Amsterdam
Prag'dan gece 3 sularında kalkan otobüsümüz Almanya'yı boylamasına geçerek yaklaşık 12 saatlik bir yolculuğun ardından Amsterdam'a varmıştı. Rizevari havasıyla Amsterdam'a yılın çoğu günü yağış düşer ve yazın kuzeyde olması hasebiyle de güneş geç batar.
Kente vardığımızda hava kısmen kapalı ve hafifte bi rüzgar hakimdi. Otobüsü tren garının kenarına park ettikten sonra topluca Damrak'tan Dam Meydanı'na gelmiştik.
Kentin merkezi olan Dam Meydanı, Madame Tussauds Müzesi'ne, arkada görülen Kraliyet Sarayı'na, Nieuwe Kerk (Yeni Kilise) ve 2. Dünya savaşı kurbanları için dikilen anıta ev sahipliği yapıyor. Kentte 65'ten fazla müze bulunuyor ve çoğu kiliseye girmek bile ücretli. Çok kalacaklar için Iamsterdam Card çok hesaplı olacaktır. Bizim işimiz kentin çehresini görmek olduğundan Ahmetle çıkarıp haritayı Damrak'tan yukarı Tren Garı'na çıkıyoruz.
Merkez istasyonu Amsterdam'ın tren garı oluyor. İçine dalıp bisiklet kiralamak adına bir yerler arıyoruz. Ama saat 5'i geçtiğinden bürolar kapanmış. Amsterdam'da bisiklet büyük nimet. Trafikte de öncelik bisikletlerin. Bir yoldan karşıya geçmek istediğinizde iki kere bakmak gerekiyor zira bisikletlerin yolu da trafiği de başka.
Demir ağlarla örülü Amsterdam'da bisikletten başka tramvayda çok revaçta. Sınırsız saatlik bilet yanılmıyorsam 2.70-3€ arasında ve biletler otomatlardan alınabileceği gibi vagonlardan da alınabiliyor.
Yiyecek bulma adına Damrak'a geri dönüyoruz. Yol üstünde Vodka Müzesi mevcut. Girişin 12€ olduğunu öğrenince yemek parasını vodkaya yatırmak hiç cazip gelmiyor ve meydan yakınlarında "halal product" yazan bir restorana oturuyoruz. Mısırlı bir ailenin işlettiği restoranda Asyalı, Afrikalı pek çok insan yemek yiyor. Adeta bir toplama kampını andıran mekanda yemekler tam da damak tadımıza uygun. Döner, kebap, çorba bulmak hiçte zor olmuyor Baltıklar'ın kıyısındaki bu kentte.
Yemekten sonra İşkence Müzesi'ne gitmek adına garın önünden tramvaya biniyoruz. Kart almadan kaçak olarak yola çıkıyor ve Amsterdam'ın kartpostallık manzaraları aralarında yolculuk ediyorduk. Tabi ben bu sırada haritadan rotayı kontrol ediyordum. Ucuz etin yahnisi yavan olur hesabı bindiğimiz tramvayın yanlış olduğunu Museumplein'e gitmediğini öğrenip yarı yolda iniyoruz.
Singel Caddesi'nden tramvay yolunu takip ederek İşkence Müzesi'ni buluyoruz. Amsterdam'da haritanız olmadan gezmek ne kadar kolay olsa da kaybolmakta bir o kadar kolay. Her taraf birbirine benziyor sanki. Yollar, kanallar, evler hepsi birbirinin aynısı gibi. Bizde sora sora buluyoruz müzeyi.
Girişin 7€ olduğu müzede kasada Surinamlı bir Siyahi bekliyordu. yırtık para kakalamak için uğraşan surinamlıyla kavga edip biletlerimizi alarak giriyoruz içeri. Ortaçağdan pek çok aleti içinde barındıran müze daracık, uzun bir koridordan ibaret.
Loş ışıklar altında onlarca işkence aletinin olduğu müzede yorulduğunuzda oturabileceğiniz tek şey çivili koltuk!!
Müzeden çıktığımızda hafiften bir yağmur sepeliyor. Biz de caddenin başından 2 numaralı tramvaya binip Museumplein'e gidiyoruz. Yolda da işimizi sağlama almak adına soruyorum. Bu sefer para ödediğimizden midir bilmem, doğru yere gidiyormuşuz.
Rijkmuseum'un önünde bulunan Museumplein çok geniş bir yeşillik alana ve müzelere ev sahipliği yapıyor. Van Gogh'un eserlerinin bulunduğü ve kendi adını taşıyan Van Gogh Müzesi, Anne Frank Evi, Elmas Müzesi bunlardan bazıları. Bu geniş parkın başında da "I amsterdam" yazısı bulunuyor ki, burada fotoğraf çektirmeyeni dövüyorlar desem yeridir.
Fotoğrafın çekim saati 20.36 olarak gözüküyor. Saat her ne kadar geç olsa da güneş buralarda akşam 9-10 gibi batıyor. İşimizi bitirip hediyeliklerimizi aldıktan sonra tramvaya atlayıp Rembrandtplein'de iniyoruz. Rembrandt Meydanı'nda çok güzel restoranlar, publar ve yine müzeler mevcut.
Avrupa sanat tarihinde çok önemli bir yere sahip olan Rembrandt meydana ismini vermekle kalmamış aynı zamanda kendisinin 1642 yılında yaptığı "Gece Devriyesi" tablosunuda heykelleştirmiş Flemenkler.
Tam o sırada meydanda bir cümbüş koptu gidiyor. Capoeira yapanlar meydanı işgal etmiş, meraklı bir kalabalıkta onları izliyor. Biz de biraz izleyip alkış tuttuktan sonra meydandan ayrılıp merkeze dönüyoruz.
Merkezede bir souvenire girip hatıra kalacak bazı şeyler alıyorum. Kasaya vardığımda ise küçük şekerlemeler duruyor. Birkaç tane alıp tadına baktığımda ise daha önce tatmadığım garip bir aroması olduğunu fark ediyorum. Neli olduklarını sorduğumda ise "esrarlı" diyor kasada ki hanım abla. Sonrasında ekliyor korkmanıza gerek yok bunlar hint kenevirinin yaprağından yapılıyor diyor. (uyuşturucu ise tomurcuk ve çiçeklerinden yapılıyormuş.)
İlaçtan, şekere, esanstan, uyuşturucuya kadar hint kenevirini kullanıyor Flemenkler. Asıl uyuşturucular "De Wallen" ve "Red Light Disrict"te ki "coffeeshop"lar da bulunuyor. Bu "coffeeshop"ların gerçek coffeeyle hiç bir ilgisi yok belirteyim.
Kentte akşam diye bir kavram yok. 22 sularında gün batıyor ve gün battıktan sonra da saate bakıyorsunuz ki bi anda gece oluvermiş. Biz de gece olunca soluğu De wallen'de alıyoruz. Esrar Müzesi'ne ev sahipliği yapan De Wallen "kızıl fener bölgesi" olarak anılıyor. Pek çok illegalliğin bulunduğu yerde Bulldog Coffeeshop'da yarı turistik bir mekan diyebiliriz. Girişlerin +18 olduğu kafede yoğun bir esrar kokusu hakim. İçeri girer girmez esrar bulutu yön kavramınızı kaybetmenize ve insanın başını döndürmeye yetiyor.
Sıra sıra dükkanların olduğu De Wallen'de zehirli-halüsinojen mantarlar satan yerlerde mevcut. Fuhuşun yasal olduğu Hollanda'da bilinenin aksine uyuşturucu kullanımı yasak ancak yakalanıldığı takdirde tek yaptırım uyuşturucu elinizden alınıyor.
Sodom-gomore-illegallik triyosunda devam eden Red Light turumuzda gece olduğundan kapkaççılara, nehre düşmemeye ve fotoğraf çekmemeye özen gösterin zira bölgede fotoğraf çekmek yasak. Çekildiği taktirde de makinenizi kaybedebilirsiniz. Saddenin yoğunluğundan bunalıp Dam Meydanı'na dönüyoruz. Saatin de geç olması münasebetiyle meydan daha sakin. Oturup, dinlenip, bi şeyler atıştırdıktan sonra otobüsümüzün yanına varıp, Avrupa'daki yolculuğumuza kaldığımız yerden devam ediyorduk.
Siz siz olun müzeleri görmeden, Iamsterdam yazısının önünde bi kaç kare çekinmeden, bisiklet turu yapmadan, kanal gezisine çıkmadan, esrarlı şekerler almadan ve mümkünse lale tarlalarını görmeden gelmeyin derim.
Amsterdam fotoğraf albümüne ulaşabilirsiniz.
16.08.2014
Tasarım ve Programlama: Omnportal